Yavaş yavaş yeşerirken tabiat, o her nefes aldığında bir son mektup yazıyordu aslında. Uzayan günler, açan çiçekler umurunda değildi. Kulağında doktorun sesi çınlıyordu sadece: ”Bu kadar zaman neredeydiniz, hastalığınız ilerlemiş. Tedavi için çok imkan bırakmıyor bize. Ama yine de ameliyatı deneyeceğiz. Sonra kemoterapi…” ses giderek uzaklaşıyor beyninde. Bundan sonra söylenenler kayda alınmamış. Muayenehaneden ne zaman çıktı, şimdi oturduğu banka nasıl geldi, hatırlamıyor bile.
Her bahar geldiğinde içi içine sığmazdı. İlk göçmen kuşları, kurulan ilk yuvaları, açan ilk çiçekleri, açık bırakılan pencereleri gönülden selamlardı. Derdi ki içinden “ …Bahar olsun yeter ki; her derdin üstesinden gelinir.” Gelinmiyormuş. Doktorun gözünün içine bakarak söylediği “kansersiniz, neden bu kadar geç kaldınız” cümlesini, ısınan hava, yağan yağmur, açan çiçek değiştiremiyormuş.
Hava biraz güzelleşmeye görsün, eve dönüşte köşedeki çiçekçi ile ortak olurdu. 3-4 günde bir taze çiçek almak en büyük keyfiydi. Kızlarına yaptığı sürprizlerden biriydi bu. “Şehir hayatında biz bahara gidemiyorsak o bize gelsin” der, evin banyosuna bile kır çiçekleri koyardı. Bu akşam eve giderken beraberinde kır çiçeklerinin güzel kokusunu değil, ölüm korkusunu götürecekti.
Ölmekten korkmuyordu aslında. Sevdiklerinden ayrılmak, onların yanında olamamaktı üzüldüğü. Kendine yanıyordu. O kitleyi ilk fark ettiğinde neden gitmemişti doktora. Göğsündeki o küçük kitle giderek büyürken kurduğu türlü senaryolarla, bunun kötü bir şey olmadığına inandırmıştı kendini. Şimdi eli sürekli göğsündeydi. Onu sevdiklerinden ayıracak kitleyi eliyle söküp atmak istiyordu. Nereden bulmuştu onu? Kızı ana sınıfına gidiyordu, seneye ilkokul birinci sınıfa başlayacaktı. Ona derslerinde kim yardım edecekti? Büyük kızı ergenliğe adım atıyordu yavaş yavaş. Desteğe ihtiyacı vardı. Annesini yanında görmek isteyeceği günlerdi bunlar. Nasıl yalnız bırakacaktı kızını? Biricik eşi… bunca yıldır hayatı omuzladıkları eşi kimsesiz kalacaktı.
Hayatı düşündü. Peşinden koştuklarını, ulaşmak istediklerini, mutluluklarını, dertlerini, evlendiği günü, kızlarını kucağına aldığı anı, yeni evini, ilk işini… Sevdiği yemekleri, gelen misafirleri, annesini, babasını….
Gözleri deniz kenarında oynayan çocuğa daldı. Dönüp dönüp annesine bakan, yaptıklarına onay isteyen küçük çocuk, gülen bakışlarını kendisine yöneltmişti. “Hayatın başındasın küçük çocuk” dedi içinden.” Kimbilir nelerle karşılaşacaksın. Düşeceksin, canın yanacak. Ama yine de ayağa kalkıp yola devam et. Kimsenin seni üzmesine izin verme. Güçlü ol. Başaracağına inan.” Son sözleri onu kendine getirmişti. “Başaracağına inan”
Kızlarının kendisine sarıldığını hissetti o an. Sımsıkı… İçindeki tüm hastalığını alırcasına. Birden damarlarına kan yürüdü. Bu hastalığı yenecekti. Üstelik kendisi gibilere yardım edecek bir kulüp kuracak, tecrübelerini paylaşacaktı. Her 10 kadından birinde görülen meme kanseri onu yenemeyecekti.
Ayağa kalktı. Taksiye bindi. Evin köşesinde indi, çiçekçiye gitti ve kır çiçeklerinden bir buket alıp evin yolunu tuttu.
(Bu yazı Hülya Aksu Düzgün’ün Haberkuşağı portalındaki köşesinde de yayınlanmıştır)
Written
on Temmuz 13, 2012